29 Eylül 2017 Cuma

Sperm Bankası

Bu akşam da okuldan çıkıp eve doğru yürürken bilmem kaç binincisini düzenlediğim yol sigarası festivalimi ateşe verdim. Sigaramdan derince ciğerlerken, 'O' sokaktan ve yine etrafı çapkın bakışlarla süzerek ama diğer taraftan da önemli bir işim varmış gibi hızlı adımlarla geçtim.  Hızlı yürümek demek meşgul görünmek demek, meşgul görünen erkek demek ne anlam ifade ediyor hanımefendiler için bilmiyorum ama kendimi ağırdan satan adam pozlarına sokuyorum bu şekilde, kanımca.

Binanın önüne vardığım zaman dört gözle beni bekleyen çılgın bakireleri gördüm.- Bu bakireler yani benim öyle düşündüğüm insanlar, iki yaşlı kız kardeş. Karşı komşularım kendileri. Yaş ortalamaları 63. Çok sıcak insanlar, gerçekten sıcak!- Bakirelerin hemen ardından minik adımları ve bir penguenimsi tavşan edasıyla bana koşan kızımı görünce gerçekten meşgul olduğum bombası zihnimde mantar şekilli bir bulut oluşturdu.

Kızımı biraz da yetişkin olmamın avantajıyla binaya sokmayı başardım. Beni bu başarımdan dolayı tebrik edecek kimsenin olmadığı eve adım attım. Seri hareketlerle, adeta dans edercesine üzerimi değiştirip, sidiğimi klozete bırakmaya fırsat bulamadan mutfağa girdim. Bu çılgın bakirelere beni bina önü yerine evde karşılamaları gerektiğini hatırlatmalıydım. Bu kolaydı. Yemek işini halledip saat tam sekizde tekrar 'O' sokakta olmamız gerekiyordu...

Ne kadar zamandır bilmiyorum ama sanki hep yapıyormuşum gibi... Hafta içi her akşam 'O' bankta önümde bebek puseti ile oturup 'O' geçerken yaklaşan ve uzaklaşan adımlarını izlemek bir saplantı olmuştu bende. Gizli bir saplantı. Yani 'O'nun için gizli. Yoksa apaçık saplantılı olduğumu biliyordum ben! Yine de bunca zamandır ne bir ''merhaba.'' cesareti ne de bebek arabası ittirerek onu takip etme cüretini bulamadım kendimde. Henüz. 'O'nun menzilime girişi ile çıkışı arasındaki 3 dakika 41 saniye (-+5) boyunca tecritime ara verilmiş gibi hissediyordum.

Benim işim bittiğine göre şimdi kızımın rutinini gerçekleştirmeliydik. Birinci durağımız oyun parkıydı. Bir saat kadar oynadıktan sonra artık dondurmacıya uğramamızın zamanı gelmişti. Dönüş yolunda kafamda deli sorular vardı. ''Acaba bebeğim arabada uyur da ben de onu uyandırmadan yatağına bırakabilirsem fazladan kendime bir yarım saat arttırabilir miydim?'' Ben bunu tartarken eve gelmiş buldum kendimi. Ufaklık açık havanın verdiği meşrepliği eve taşımış, uyurken beni yormamıştı.


Freedom! Freedom!

İki bira, birkaç sigara...

Yarın 'O'nunla konuşmalıydım. Kendimi ikna edip uyudum. Sabah-öğlen ve akşam aynı misyonları başarıyla tamamlayıp, oyunun son bölümüne geçtim. Saat 8. Yine aynı yerde önümde bebek arabasıyla tecritimin kalkışını bekliyorum. Havalandırma açıldı... Geldi, önümden geçti ve biz hemen arkasından yürümeye başladık. Ben ve kızım. 27 aylık kızım. Yolların nispeten insanca hafiflediği bir yerde seslendim. ''Bir dakikasını istedim, vakti varsa hemen şurada kahve mi içseydik?'' Önce bana sonra kızıma baktı. Sürekli küçülüyor gibiydim. Ve kabul etti!

Kahvelerimizi içerken kendisine bir süredir günlük birkaç dakikalığına 'O'nu izlediğimi ve tanışmak için epeydir istekli olduğu anlattım. ''Ama evlisin, benim değilsin, bebeğin bile var, çok geciktin yakışıklı.'' diyecek oldu ki araya girdim. Evli mevli değildim. Ne münasebetti!
Şaşkınlığını atlatıp bebeğimin annesini sordu. Neydi, neciydi bu kadın? Ölü müydü, diri mi? Akıbeti ne olmuştu? Hayır, dedim. E şıkkı hiçbiri... Sessizlik... Dudaklarını gerdi. Kaşlarını martı kanatları gibi çattı ve ''Yalanını s.kim senin!'' demek istercesine ''Gördüm ama bu kadar yalancısını görmedim.'' dedi.

Let me explain! Let meee!! diye bağırmış olmalıyım ki minik kızım uyandı. Sakinleştim çünkü babasını böyle görmemeli. ''Açıklamama izin ver lütfen.'' dedim. İzni beklemeden anlatmaya başladım. Hayatımı herhangi birine bağlamak anlamsızdı benim için. Evlenmek benim adıma makul değildi. Hatta olanaksızdı. Ancak iftihar ettiğim spermlerim dolayısıyla muhteşem olacağını düşündüğüm evlatlarımın bir şekilde meydana gelmesi gerekiyordu. Şahane soyum fevklerde devam etmeliydi. Şaka tabi!

Evlat sahibi olmanın yollarını aradım. Evli olmadığım için evlatlık edinemiyordum. ''Bir ihtimal daha var o da taşıyıcı anne ne dersin?'' dediler. Gayet mantıklıydı. Sonra acı gerçeği öğrendim. Yediğim hurmalar GDO'lu çıkmıştı ve tırmalama işi çok erken geldi. Serkeş yaşam tarzım ve alışkanlıklarım sonucunda spermlerim artık eskisi kadar sperm değilleri. Bu iş de yatmıştı. Dünya başıma yıkılmış, soyumu devam ettirip krallık kurma hayallerim paramparça olmuştu. Sonra yine aynı ses. Selma Hünel... Ezel'in en karizmatik karekterlerinden biri bana yine seslendi. ''Bir ihtimal daha var o da sperm bankası...'' Benim olmayan spermler, benim olmayan bir kadını gebe bırakacak ama ne hikmetse bebek benim olacaktı. Oldu! Aradan 36 ay geçti. Kızım Martı, 27 aylık...

Hep ben anlattım biraz da sen bahset kendinden diyivermiştim ki sade kahvelerin hesabını da bana kitleyerek, 3 dakika 41 saniye içinde uzaklaşmadan önce dudaklarından şunlar döküldü.

Senin yalanını s.kiym!

Kızım uyandı eve gitmeliyim...


Eve dönerken bebeği gerçek ailesine teslim ettim. Yavrucağı geç götürdüğüm için fırçamı yedim. Kendi bekar evime çekilip çılgın bakirelerin çılgın rüyalarından korunmak için yorganıma sarıldım. Yalnızlığımı yastık edip uyudum.


25 Eylül 2017 Pazartesi

Küfürsüz Yazı

Aylar önce bir istimna sonrası odamın orta yerine sırtüstü uzanmış, yerçekiminden mütevellit alnımdan şakaklarıma süzülen ter damlalarını hissederken Ahbar'ın ''Blogda yazma'' fikrini değerlendiriyordum.

Düşündüm, gözlerimi tavana dikip kendime seslendim:
-Blogda yazmak mı? Ay ben gülerim...

İstişaremi yaptım.
''Yazsam okunur mu ki?'' dedim.
''Sahi, blog neydi? Blog emekti...'' dedim.
Hayatımın her anında -özellikle hanım arkadaşlarımla cima ederken- üstümde olan o meşhur bodoslama dalma halimi üzerime aldım;
''Ulan yazayım be!'' dedim.

''Çirkin bir ağbi vardı. 'Hayat kadını olacaksa, okumuş hayat kadını olsun.' diyordu; ben de yazayım, bir baltaya sap olamasam da blogda yazan baltasız bir sap olurum!'' dedim ve kollarımı sıvadım.
Gülümsedim. ''Se a anneannesine çığlık attırdığımın bloğu, ben Raviyan!'' dedim. Sabah yaşadığım ereksiyonu kendime ilham kaynağı edip ''Ton Balığı Dürümü'nü 'klavyeye' aldım. Yazdıklarım sevildikçe seviniyor, sevindikçe yazıp seviliyordum. Ertesi gün Beni Hor Gör Kardeşim, Halt Nedir Nasıl Yenir, Çok Güzel Karısınız Hanımefendi ve diğerleri...

Yazıyordum...
Cuma günü tüm rehberime ''Hayırlı cimalar'' yazmış, sonra ''Ay pardon'' demiş gibi keyifli yazıyordum.

Sanki kendimden 9 yaş küçük liseli bir sevgilim var ve ben annesine yakın olmak için onun hayatına girmişim gibi...
Sanki ufaklıkla meşk ederken annesiyle zina ettiğimi hayal ediyormuşum gibi yazıyordum.
Sanki zirve olarak 45 yaşındaki hanımı ve 15 yaşındaki küçük kızını aynı anda kendime zevce etmeyi tasarlıyormuşum gibi zaptolmaz bir iştah ve cesaretle yazıyordum.

Kimseye bir şey ispat etmek zorunda olmadığım için ''Bunu kötü yazmışsın, bunu yanlış yazmışsın, bunu beğenmedim...'' benzeri tüm eleştirileri belirli bir ücret karşılığında tanımadığı adamlarla cinsel ilişkiye giren bir kadının sakız çiğnemesi gibi umursamaz bir tavırla seyrediyordum. Zira o anlarda kendimi, ''80 kiloysam, 75'im testis'' diye tanımlıyordum.

''Böyle ahlaksız yazılır mı yahu, sen çıldırmışsın'' diye burun kıvıranlara bilindik bir Yeşilçam esprisi yapıp:
''Evet. Çıldırdım. Mastürbasyon yapmaktan çıldırdım!'' diyordum.

Annesine sesini yükselten adamlardan ''Biraz ahlaklı yazabilirsin bence...'' benzeri tavsiyeleri duydukça, ''Dübürüne kerkinir yerle yeksan ederim, tarumar olursun; veled-i zina...'' deyip bildiğimi okumaya devam ediyordum.

Dün gece tüm bunları düşünürken, umursamazlığıma yenik düştüğümü -geç de olsa- farkettim.
Nitekim terbiyeden yoksun jargonumu abarttığımı düşünüp, benden edep isteyenlere hediye etmek üzere iffetli bir karalama hazırlamak istedim. Ve ağzıma 4 tane kahveli Missbon alıp, okuduğun bu satırları yarattım.

Anlık bir armağan arzusuydu.
Bundan sonrası için hala söz vermiyorum.
Zira içimde küfre karşı, hayat kadınlarını pazarlayarak maddi kazanç sağlayan bir adamın paraya duyduğu kadar derin bir istek, hala hakim.
Öperler.

3 Eylül 2017 Pazar

Yav Ato, Kafa Atıyor!

- Oğlumuz da maşallah, pek büyümüş. Evlilik ne zaman evladım? :)
+ Belli değil teyzeciğim, bakınıyoruz :) 
(Cern'deki büyük hadron çarpıştırıcısı deneyinin sonuçları kesin olarak yayınladığı zaman. Sanane?)

- Oooo... Maşallah. Var mı oğlumuzun kız arkadaşı? :)
+ Ehe ehe :')
(Yok teyze. Ama çok istersen senle bişeyler düşünürüm.)

- Düğün var mı ufukta yavrucuğum, malum yaşın gelmiş artık :)
+ Estağfirullah, teveccühünüz :')
(Evet. Kamışıma su yürüdü benim. Yardımcı olmak ister misin?)

Kan kokusu, Kent şeker ve teyzelerin merakla beklediği penisimin akibeti meselesi.
Bayram bu benim için.

Ulus olarak en büyük sorunumuz, bana kalırsa bu.
''Herhangi bir şeyi elde etme aşamasında, onu hakedip etmediğimizi umursamamamız.''

Devlet dairelerindeki koltuk sevdasının da, maliye veznesindeki sırada bile işlerin torpille yürümesinin de, zengin olmak uğruna insanlığımızdan ödün verir hale gelmemizin de ve daha sayamadığım on yüz bin milyon tane sorunun da başlıca sebebi bu.
''Hakediyor muyum?'' diye düşünmemek.
Bayram ziyaretlerinde teyzelerin ufacık erkek çocuklara cinsiyetçi şakalar yapabilmesinin, ''Aah ah. Kime girecek senin bu pipin, aşırı merak içindeyim'' konulu konuşmalar yapabilmesinin, ''Düğün ne zaman düğün'' deyip sol ayağıyla, parizyen çoraplı sağ baldırını kaşıyıp sırıtabilmesinin bile sebebi bu. Bir insanın, kendisinin 3'te 1'i kadar yaşı olmayan bir 'ufaklığa' karşı bu laubaliliği takınabilmesinin sebebi, kim ne derse desin; bu. 
Ben ve bikaç hayali arkadaşım olarak; nükseden bu tarz suallere, ''Sevgilim yok teyze, kızını sikiyorum, haberin yok mu?!'' cevabını verebileceğimiz özgür bir bayram ortamı talep ediyoruz! Bahsi geçen teyzenin, bu cevabımızı duyan kocası ''Ne diyorsun lan sen?!'' diye üstümüze yürüdüğünde tırsak bir yüz ifadesiyle karısını gösterip, ''Kendi kaşındı'' anlamında ''Yav ne yapayım! Yav Ato, kafa atıyor?!'' diyebilmeyi talep ediyoruz. Ve sonrasında Usain Bolt bacakları istiyoruz. Biraz da insanların talep ettikleri şeyi haketmek için uğraşacakları engin bir dünya...

Torun-evlat-yeğen sevmek istiyorsun. 
Günde 10 saat, kucağına alacağın bebeğin hayalini kuruyorsun.
Peki; 'Bebek sevmeyi hakediyor muyum?' deyip, kaç dakika düşündün?
24 saatin kaçında, aklına ''Acaba onu güzel yetiştirebilir miyim?'' sorusu takıldı?
Kaç kez durup ''Ben iyi bir insan mıyım ki, ona iyi insan olmayı öğreteyim?'' dedin?
İçine düştüğümüz bencilliği bile fark bile edemeyecek kadar yosun tuttuk. 
Hepimiz.

Merak etme. Sen yol göstermesen de çüküm kendisine bir kader çizecek. Sen yardım etmesen bile o kendisine tüneyecek bir yuva keşfedecek. Sen akıl hocalığı yapmasan bile o kendine bir eş bulacak. İkimizin de bu maratonda sana ihtiyacı yok. Hanım teyze; vajina monoloju yazmaktan vazgeç. Penis kaderi çizmeye çalışmaktan vazgeç. İnan ki kendimiz yapabiliriz. Vazgeç. Vazgeç, yoksa ''Umarım oğlunun aldığı pompa uyuşturucu bağımlısı çıkar'' diyeceğim. Bilen bilir, kalbim temizdir.