6 Ekim 2016 Perşembe

Ton Balığı Dürümü.

İki haftalık sebepsiz depresyon döneminin ardından gözümün önünü görebildiğim ilk fırsatta Sait Faik odamın ortasında dikildi. Simasını daha iyi seçebilmem için şapkasını ucundan tutup yukarı kaldırdı, %25 yağlı geleneksel Türk erkeği vücuduma işveli bakışlarını dikip yatağıma doğru ağır adımlarla yaklaşmaya başladı... "Hayır beyefendi, bu çirkin olur" desem de dinlemedi üstat beni zira niyeti farklıymış. Üstüme eğildi, nefesinin sıcaklığını boynumda hissedebileceğim kadar yaklaşıp "Yazmasam deli olacaktım" diye fısıldadı ve gözden kayboldu. Mantığım, olacağını sandığım şeye itiraz etse de sapyoseksüel yanım yükselişe geçti akabinde adam ortadan kaybolunca ereksiyonum yine bana kaldı. Ellerimi kirletmeden onu unutmanın yolu, sanırım ısırılmış elmalı telefonumun Night Shift modunda not defterine bir şeyler karalamak olacak. Daha doğrusu "tıklamak".



                                                                 -Sigara molası-


Geceyi elmas boynuzlu atımın sırtında orta çağ şövalyelerine kılıç sallayarak geçirdim. Hepsi yaya olduğu için bineğin üzerinde en az Camp Nou'da Karabükspor'u konuk eden Katalan ekibi kadar avantajlıydım. Zevkli bir mücadele olamadı. Uyandığımda geçen yaz Akdeniz'den aldığım turuncu renkli avizeyi seyrederek uzun zamandır rüyalarımın kuyruk sokumumdan ter akıtacak kadar kadar korkulu olmadığını fark ettim. Onlardan ayrı kaldığım zaman, başıma geldiklerinde korktuğum bu kabusları aslında sevdiğimi, daha doğrusu özlediğimi hissettim. Şövalyelere ve atlara karşı cinsel bir çekim hissetmediğim için düşün etkisinden kolayca sıyrılıp mutfağa koyuldum: Ton balığı dürümü! Köy ekmeği, kafi miktarda tuz, bir tutam pul biber, Dardanel Ton ve bol şekerli çay. Kaba kalori, tırmanan insülin ve yüksek glisemik indeks. Ardına Amerikan yapımı sigara tellendirildiği zaman zararı yadsınamaz bir menü olduğunu bildiğim halde karnımı doyurup kendimi zehirledim.



Bazı insanlar intihara doğuştan meyillidirler. Aynı zamanda doğuştan korkaktırlar da. Bu yüzden sırf ömürlerini kısaltmak için toz şekere bile bel bağlayabilirler. Bu güruha dahilim. Bu güruhta, insanın ortada herhangi bir sebep yokken bile kendi hayatına son verebilme hakkına sahip olması gerektiğini savunanlardanım. Çünkü ızdırabın dayanılmaz olduğu zamanlarda akla düşen intihar, kalitesizdir. Çıkar ilişkisidir. Doğum gibi bir mucizeyle başlayan bu kutsanmış(!) maratonun aynı değer ve manevi yoğunlukta bir tören ile son bulması gerekir. Bunun yanında kişinin hayatına son vermesi her zaman boğulmuşluğunun işaretçisi değildir. Sağlıklı bir karar olduğu inkar edilemez. kendine yeteri kadar değer veren herkes doğumunu olmasa da kendi ölümünü tayin edebilir. Kim bu maratona, sadece yorgunluk ve bıkkınlık vaat eden yaşlılık gibi bir hastalıkla veda etmek ister ki?


Yatakta sessiz uzanırken gelmesi beklenen ölüm, karşılanmaya değer değildir. Kıymet bilmezliktir. "Kendini sev, intihar et!" Bunu fark ettiğim zaman, urganlara değer verdim. Nefes aldığım yirmi küsür yılın kaç yüz saatini, kendimi başka insanlar yüzünden üzerek geçirdiğimi bilmiyorum. Yanlış olduğunu bildiğim şeyleri kuru bir inat ve ısrarla tekrar yapmaktan ne zaman vazgeçeceğim ise merak konusu.


Sanırım bazı şeyleri hiçbir zaman yeteri kadar kavramayı beceremedim. Ben, Laz Ziya "Ulan, bana bu alemde saygısızlık bir defa yapılır!" diye racon kestiğinde bile inceyi anlamamıştım. Zihnimi kuvvetlendirmeliyim.


Not: Ton balığı beyne faydalıdır.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Sal Dedin...

Hani oluyor ya Discovery Channellarda falan 'köpek balığı ayı', 'canavar balık haftası'....
Bizim için de öyle bir haftaydı sanki... Kumar batağına saplandık, bahis sektörünün tecavüzüne uğradık ama arada bir yumruk attık sayılır. Evimizin ''iddaa haftası''ydı aynen o biçim. Günlük kelle başı 3-5 kuponumuz garanti var çarp üç kelleyle etti mi sana 10-15. Dur daha bitmedi işin matematiği. Önce matematiği veriyorum ki iyice anlayın... Kupon başına da ortama beş liradan yap işte hesabı. Duymadığımız takımların maçlarını tahmin etmeye çalıştık, istatistik bilimini yeniden yazdık fakat sanırsın Eskişehir oldu sana Vegas hep kasa kazandı. Sektöre attığımız jeneriklik bir gol ve ucuz bir golle iki skor üretmeyi başarsak da sektör bizi ikiye epey yendi. Sonuç olarak herkes kendi yazdığından sorumlu olduğundan ve ucuz gölü ben yazdığımdan ben haftayı 150 lira ekside kapattım. Canım ev arkadaşım ise jeneriğin altına imzasını atarak birkaç misli kar etse de karını bir diğer sömürücü sektör olan bankacılık sektörüne sıvadı. Malum kredi kartı da kullanıyoruz... Üç senelik don giyiyoruz orası ayrı. Donumuzu gören mi var don olmasa da olur ama kartımız olsun.


Hazır donumuzu görenlerden açılmışken konu oraya bağlayalım zaten o konuyu anlatayım diye oturdum klavyenin başına. Evcek kendimizi iddaaya vurmamızın vardır illa ki bir sebebi fakat nedir bilinmez ama benim fikrim müzmin bekarlığımızın bizi her gün evrim basamaklarında bir adım geriye attığı yönünde. Bunun sonucunda da önce alkole ve erkek ortamına ardından yalnız ve loş gecelerde sohbet sitelerine ardından da futbolkolizme ve bahse kadar geldik... Böyle devam etmesi durumda mağaramızı avcı ve toplayıcı olarak geçindirmemiz uzak değil. Zaten parasızlıktan tıraş olmamış ilkel çağ erkekleri  halimiz de buna gayet uygun. Tam da şu an dinlediğim bir İsmail YK şarkısında bir alıntıyla müzmin bekarlar olmamızın sebebini de açıklayabilirim. ''Beni beğeneni ben ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez!'' Hayır hiçbirimiz zurna değiliz... Belki birer tuba, trompet falan da değiliz kabul fakat bir klasik dönem obuası olabiliriz. Hani şu blok flüt gibi görünen...Peki neden tutulan bir model olamadık? Birincisi reklamımız yok ikincisi paket iyi değil. Şimdi dış görünüşümüzle ilgili yeterince mütevazı oldum. Blok flüt dedim ki yeterli bence... Ama içeride birer saksafon efendime söyleyeyim ney,klarnet ayarında insanlarız. Tabi eline alan olmadığı için üfleyen de olmuyor ve dolayısıyla sesimizi henüz duyurabilmiş değiliz.(hayır erotik şaka yapmadım) Ev hanesi adına ben birkaç atılımda bulundum lakin tutunamadım çünkü bir klarnet bey olarak hamam tefigillerden haz edemedim. Orkestra arkadaşlarım da tecrübelerimden dolayı çekimser sesler çıkarmaya devam ettiler.


Konuya dondan girdik yanlış anlaşılmasın evcek tek derdimiz sevişmek değil... Sevişme aday adayına bile beşinci günün şafağında bir Gandalf mucizesi bekler kadar uzak oluşumuz. Genç beynimi bu işe yorduğumda çıkardığım sonuçlardan bahsettim işte... Bilime malzeme olmadan, geriye işleyen evrimimizi durdurup ileri yol almak maksadıyla ne yapsak diye bir istişare ettik. Toplantımızdan çıkan sonuç bir telefon uygulaması oldu. Sonra kendimize zaman verip birer sigara içtiğimizde hepimiz fark ettik ki bizden çıkacak en parlak fikir ateşi yeniden bulmak olabilir artık. Bizim için çok geç... O uygulamayı da biz akıl etmedik zaten dıdısının dıdısı ama yakın bir arkadaş bu platformdan faydalanmış. Biz de ampuller öyle yandı 'nideng baaağa da olmasıng'? Velhasıl bundan vazgeçtik demedik hiçbirimiz ama aramızda kimsenin de medet umduğunu sanmıyorum telefonundaki uygulamadan.

Öyle aşık olamıyoruz biz triplerinde değiliz. Aşık olmayı amaçlamıyoruz da zaten. Dışarda bir yerlerde bir şeyler paylaşılacak insanlar var biliyorum.Biliyoruz. Biz bu insanların neden sadece erkek olanlarına sahibiz. Bizim sorgumuz bu. Kadın arkadaşım en son lisedeyken vardı. Bi tane de şimdi var ama o da işinde gücünde çoluğunda eşinde bir hanımefendi ve uzak mı uzak bir memlekette. Ailesine ve kendisine selam... :) En başında bahsettiğim paylaşım partneri konusundan uzaklaşıp paylaşım insanı ama kadın olanı konusuna değinmek isterim. Hayatımızda bunun biraz boşluğu var. Yalan değil bir kadın arkadaşımla görüşecek olsam yahut evimde ağırlayacak olsam takınacağım nizam ve özen içeren tavır Barış arkadaşım gelince yerini kapıyı havluyla donla açmaya bırakıyorsa, edeceğim sohbetin kalitesi bir Ersin arkadaşım gelince yerini yüzde 75 argo ve küfre bırakıyorsa bu pek de alışmak istediğim yaşantı ve oturtmak istediğim kişilik olmayacak.


Zamanında yaptığımız birikimin üzerinde hala ayakta dursak da artık bu birikime devam etmenin zamanı gelmiş olacak ki ayaklarımda inceden bir sızı oluştu. Entelektüel birikim. Demin yarattığım aforizmayı anlamayanlar için... Neden devam biriktirmeye etmediğimiz kısmına açıklamayı özet geçsem de az önce şu soruyu kendime sordum: Kadınlarla konuşabilmek ve etkileyici görüntü çizebilmek için midir bu birikim? Hayır. Sadece oturup birbirimize bir filmi anlatırken en basitinden çok geniş bir kelime dağarcığına ihtiyaç duymuyoruz. Çünkü filmde x kişisi y kişisine hainlik peydahladıysa bir z kişisinden... x z ile bir oldu y nin a... ko... diyince mevzu bitiyor. Bir spor müsabakasındaki bir andan bahis açılmışken herif potayı s...ti demek anlatıyor smacın güzelliğini.Yetiyor yani ihtiyaç hissetmiyorsun. Bir kadına en azından böyle bir jargon takınmamak için bile iki kitap okumuş olmayı dileyebileceğiniz zamanlar biliyorum. Karşınızdaki arkadaş kişisi erkek ise ve size entelektüel birikiminden bir hisse veriyorsa... Anlamadıysanız veya ilginizi çekmediyse la bi sus so.acağım anlatacağın şeye tepkisiyle bu durumu bertaraf edebilirken bir kadın kişisinde izahı mizahlı ve naif oluşturmak için iki kelimeyi bilen ve bunları bir araya toplayabilen bir beyin ve alt yapı zaruridir. Elbette bu birikim sadece kelimelerden ibaret değildir fakat ne derler teşbihin beli bükülmüşse zeval meselcide değilmiş. Bir aforizma daha yarattım.(teşbihte hata olmaz demek)

Durumun kritiği benim açımdan böyle. Varsa fikriniz bize bekleriz, gelirken kahvenizi yanınızda getiriniz. Eksiği çok bir yazı oldu benim için fakat ah ayaklarımdaki ağrılar... Ancak bu kadarına yetebildi. Düşündüğümü anlatmaya uzun uzun, biraz da sabrım yetmedi sanırım... Özetle aşılabilir bir endişeye sahibiz sanırım fakat yine de bir şeyler adına endişe duymak kötü değildir. Önceki yazıda bahsi geçen arkadaşın hayallerini yüklediği şaraba çöktüm. Ses etmedi ama bana bozuk biraz... Bunu okuyacağını biliyorum o yüzden affet beni akşam üstü gölgem uzarken... Telafi ederiz.


DİP NOT: Esasen İddia diye yazılır ama oynanan İddaa'dır.