intihar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
intihar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2017 Salı

Deliyim, Delisin, Deli

   
     Birinci Evre: 10-12 yaşına dek hepimiz, tartışılmaz bir saflık taşıyorduk. Karizma timsaliydik. Şehirlimiz de karizmaydı, köylümüz de karizmaydı, varoşumuz da karizmaydı. Herkes karizmaydı. Çünkü kirlenmemiştik. Dikkat kesil okur: Tavırların kendinden eminliği, figürlerin güzelliği, damarda akan beyliğin hissedilişi, salınışların muazzam kalitesi. Salınmayı  beceremeyenlerimizin bile acayip tatlı kafa sallayışları. Bana kalırsa okur, küçükken hepimiz on nomeroyduk.                                                         






       İkinci Evre: Biraz büyüyüp kumdaki kamyonlarımızdan, legolarımızdan, bez bebeklerimizden kafamızı kaldırdık. Kitaptaki yazı metnini aynen deftere geçirmek gibi saçma sapan ödevler yaptık. Sınıfa sıra dayağı atmayı maharet sayan beyaz yakalılara boyun eğdik. Haketmediğimiz halde, cetvel darbelerini tırnaklarımızın ucuna alıp sıramıza oturduk. ''Avradını siktiğimin skroç braytı! Sen niye beni dövdün şimdi, naptım ben!'' diyemedik. Kurunun yanında yandık ama sustuk. ''Benim adım Tatar Ramazan hoca, ben büyüyünce bu oyunu bozarım!'' postasını koyamadık. İkinci evrede bir neslin öğretmenini, ailesini, çevresini memnun etme sorumluluğuyla ilk kez karşılaştığında psikolojisinin ne hale geldiğini, kolayca seçebilirsin okur. 






  Üçüncü Evre: Beklenti karşılamaya iyice alışıp suyumuz ısındıktan sonra, yarış atı konseptiyle izleyicilerin karşısına yeniden çıktık. ''Teog'a gir, SBS'ye gir, OKS'ye gir, okulun çok önemli, iyi bir liseye git, iyi bir üniversiteye git, ders çalış, dershaneye git, bu yıl gezmek yok, hayatını bikaç saatlik sınava sığdıracaklar...'' derken, gençliğe girişimizde, yanda gördüğün haldeydik. Bizi zorla bu hale getirdiler okur. Kimse üniversiteye hazırlanırken sağlıklı olduğunu iddia etmesin. İçinizdeki en üstdüzey insan olan ben bile bunu iddia edemiyorum. Üçüncü evre, hastalığın gelişimi. Buyursunlar.






     Dördüncü Evre: Hastalığımızın bu evresi, 30-50 yaşlarımız arasına tekabül ediyor. Lise ve üniversite sınavlarıyla boğuştuk. Aşık olup terkedildik, aldatıldık. 16 yıl dirsek çürütsek bile bir işe girmemizin garanti olmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Üniversite okuyamadık, aç kaldık. Üniversite bitirdik, atanamadık. Askere gidip, 120 kişinin önünde komutanımızdan tokat yedik. Evimize dönüp aşık olmadığımız bir kadınla evlendirildik. Geçim derdi sırtlandık. Çocuklarımıza o pahalı elbiseleri alamadık. Belediyelerin düzenlediği festivallerde bedava baklava yiyebilmek için birbirimizi ezdik, sonra bu hale geldik. Ülkece psikolojimizin ulaştığı nokta, bu evrede görülüyor. Yine de çok tatlıyız.






Ekleme: Buraya da şu an okuduğunuz satırları kaleme alan yazarın 50 yıl sonraki halini bırakıyorum. Hepimizin sonunda dönüşeceği şey, bu.
Gelme okur! Tünelin ucu çok bok biyere çıkıyor!
    



6 Ekim 2016 Perşembe

Ton Balığı Dürümü.

İki haftalık sebepsiz depresyon döneminin ardından gözümün önünü görebildiğim ilk fırsatta Sait Faik odamın ortasında dikildi. Simasını daha iyi seçebilmem için şapkasını ucundan tutup yukarı kaldırdı, %25 yağlı geleneksel Türk erkeği vücuduma işveli bakışlarını dikip yatağıma doğru ağır adımlarla yaklaşmaya başladı... "Hayır beyefendi, bu çirkin olur" desem de dinlemedi üstat beni zira niyeti farklıymış. Üstüme eğildi, nefesinin sıcaklığını boynumda hissedebileceğim kadar yaklaşıp "Yazmasam deli olacaktım" diye fısıldadı ve gözden kayboldu. Mantığım, olacağını sandığım şeye itiraz etse de sapyoseksüel yanım yükselişe geçti akabinde adam ortadan kaybolunca ereksiyonum yine bana kaldı. Ellerimi kirletmeden onu unutmanın yolu, sanırım ısırılmış elmalı telefonumun Night Shift modunda not defterine bir şeyler karalamak olacak. Daha doğrusu "tıklamak".



                                                                 -Sigara molası-


Geceyi elmas boynuzlu atımın sırtında orta çağ şövalyelerine kılıç sallayarak geçirdim. Hepsi yaya olduğu için bineğin üzerinde en az Camp Nou'da Karabükspor'u konuk eden Katalan ekibi kadar avantajlıydım. Zevkli bir mücadele olamadı. Uyandığımda geçen yaz Akdeniz'den aldığım turuncu renkli avizeyi seyrederek uzun zamandır rüyalarımın kuyruk sokumumdan ter akıtacak kadar kadar korkulu olmadığını fark ettim. Onlardan ayrı kaldığım zaman, başıma geldiklerinde korktuğum bu kabusları aslında sevdiğimi, daha doğrusu özlediğimi hissettim. Şövalyelere ve atlara karşı cinsel bir çekim hissetmediğim için düşün etkisinden kolayca sıyrılıp mutfağa koyuldum: Ton balığı dürümü! Köy ekmeği, kafi miktarda tuz, bir tutam pul biber, Dardanel Ton ve bol şekerli çay. Kaba kalori, tırmanan insülin ve yüksek glisemik indeks. Ardına Amerikan yapımı sigara tellendirildiği zaman zararı yadsınamaz bir menü olduğunu bildiğim halde karnımı doyurup kendimi zehirledim.



Bazı insanlar intihara doğuştan meyillidirler. Aynı zamanda doğuştan korkaktırlar da. Bu yüzden sırf ömürlerini kısaltmak için toz şekere bile bel bağlayabilirler. Bu güruha dahilim. Bu güruhta, insanın ortada herhangi bir sebep yokken bile kendi hayatına son verebilme hakkına sahip olması gerektiğini savunanlardanım. Çünkü ızdırabın dayanılmaz olduğu zamanlarda akla düşen intihar, kalitesizdir. Çıkar ilişkisidir. Doğum gibi bir mucizeyle başlayan bu kutsanmış(!) maratonun aynı değer ve manevi yoğunlukta bir tören ile son bulması gerekir. Bunun yanında kişinin hayatına son vermesi her zaman boğulmuşluğunun işaretçisi değildir. Sağlıklı bir karar olduğu inkar edilemez. kendine yeteri kadar değer veren herkes doğumunu olmasa da kendi ölümünü tayin edebilir. Kim bu maratona, sadece yorgunluk ve bıkkınlık vaat eden yaşlılık gibi bir hastalıkla veda etmek ister ki?


Yatakta sessiz uzanırken gelmesi beklenen ölüm, karşılanmaya değer değildir. Kıymet bilmezliktir. "Kendini sev, intihar et!" Bunu fark ettiğim zaman, urganlara değer verdim. Nefes aldığım yirmi küsür yılın kaç yüz saatini, kendimi başka insanlar yüzünden üzerek geçirdiğimi bilmiyorum. Yanlış olduğunu bildiğim şeyleri kuru bir inat ve ısrarla tekrar yapmaktan ne zaman vazgeçeceğim ise merak konusu.


Sanırım bazı şeyleri hiçbir zaman yeteri kadar kavramayı beceremedim. Ben, Laz Ziya "Ulan, bana bu alemde saygısızlık bir defa yapılır!" diye racon kestiğinde bile inceyi anlamamıştım. Zihnimi kuvvetlendirmeliyim.


Not: Ton balığı beyne faydalıdır.