hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2016 Pazar

Halt Nedir, Nasıl Yenir?

Sen bilir misin, okur?
Bilmezsin.
Ben bilirim ben!

     Ehil avcı, vurduğu tavşanı pişirmeden önce 1 gün boyunca toprakta bekletir ki vücuttaki tüm kan boşalsın. Çünkü tavşan denilen hayvandan o kadar kan akar ki şaşarsın. Sonu " - KIRAATHANESİ" diye biten mekanlara çöktüğün zaman elinde tepsiyi sallayarak çay getiren bıyıklı beylerin "Tavşan kanı bunlar!" diye bağırmasının sebebi budur. Çayın renginin koyuluğu değil; tıpkı tavşanın kanı gibi çok olması, bereketi, bitmemesi. Bilir misin? Ben bilirim. Çünkü gördüm. Çünkü tavşan vurup pişman oldum. Cana kıydım, 'keşke canıma kıysalar' dedim.

     Şiddete meyil edip yatak odasına girince dünyadaki en büyük arzusu karısından bir tokat yiyebilmek olan kocalar, realitede sıçarlar. Yanındaki hanım arkadaşının boşluklarını doldurmadan önce onu saçlarından tavana asıp, karşısında bir sigara içerek çırpınışlarını izlemek isteyen herifler aslında o saça düğüm atmayı bilmezler. Aşık olduğu kadının gırtlağını kesip kanını içmek isteyen adamlar aslında kan kokusu duysalar sevmezler. Bilir misin? Ben bilirim. Çünkü kan kokusunu soludum. Silikonlu dudakları kırmızıdan bir şelale eyledim, akıp süzülen kırmızı sıvıyı göğüs uçlarından koklayıp "aslında o kadar da erotik değilmiş" dedim. 

     Hayatın anlamını mutluluğun içinde arayan her kamış sahibi, gülümseme peşinde koşar. "Ne zaman mutlu olacağım" edasıyla saat sayar ve bir gün sakallarını kaşırken "Hasiktir..." deyip biyerlerde hata yaptığını anlar. Sahip olduğun acıyı yok etmek yerine onu kabullenmenin seni şad edebileceği ihtimalini hiç düşündün mü, okur? Türkü söyleyince içindeki zehrin aktığı da, sevildiğinde bahtiyar olacağın da yalan. Hatta birini sevdiğinde midende kelebeklerin uçuştuğu bile yalan. Bilir misin? Ben bilirim. Çünkü 8 yaşında, düştüğüm bisikletin karnıma saplanan pedalını kendi ellerimle çekip çıkardığımda, karnımda sadece kan uçuştuğunu gördüm.

     Şanslı olduğum varsayılabilir, okur. Sadece 1 ömrüm olduğunu, hata yapmak için başka şansım olmayacağını erken öğrendim. Bu yüzden sen bu satırları okurken, ben belki de bir kremalı bisküvi paketini "Buradan açınız" yazısının olduğu yerden değil de diğer uçtan parçalayarak açacağım.



Sen bilir misin, okur?
Bilmezsin.
Ben bilirim ben!

6 Ekim 2016 Perşembe

Ton Balığı Dürümü.

İki haftalık sebepsiz depresyon döneminin ardından gözümün önünü görebildiğim ilk fırsatta Sait Faik odamın ortasında dikildi. Simasını daha iyi seçebilmem için şapkasını ucundan tutup yukarı kaldırdı, %25 yağlı geleneksel Türk erkeği vücuduma işveli bakışlarını dikip yatağıma doğru ağır adımlarla yaklaşmaya başladı... "Hayır beyefendi, bu çirkin olur" desem de dinlemedi üstat beni zira niyeti farklıymış. Üstüme eğildi, nefesinin sıcaklığını boynumda hissedebileceğim kadar yaklaşıp "Yazmasam deli olacaktım" diye fısıldadı ve gözden kayboldu. Mantığım, olacağını sandığım şeye itiraz etse de sapyoseksüel yanım yükselişe geçti akabinde adam ortadan kaybolunca ereksiyonum yine bana kaldı. Ellerimi kirletmeden onu unutmanın yolu, sanırım ısırılmış elmalı telefonumun Night Shift modunda not defterine bir şeyler karalamak olacak. Daha doğrusu "tıklamak".



                                                                 -Sigara molası-


Geceyi elmas boynuzlu atımın sırtında orta çağ şövalyelerine kılıç sallayarak geçirdim. Hepsi yaya olduğu için bineğin üzerinde en az Camp Nou'da Karabükspor'u konuk eden Katalan ekibi kadar avantajlıydım. Zevkli bir mücadele olamadı. Uyandığımda geçen yaz Akdeniz'den aldığım turuncu renkli avizeyi seyrederek uzun zamandır rüyalarımın kuyruk sokumumdan ter akıtacak kadar kadar korkulu olmadığını fark ettim. Onlardan ayrı kaldığım zaman, başıma geldiklerinde korktuğum bu kabusları aslında sevdiğimi, daha doğrusu özlediğimi hissettim. Şövalyelere ve atlara karşı cinsel bir çekim hissetmediğim için düşün etkisinden kolayca sıyrılıp mutfağa koyuldum: Ton balığı dürümü! Köy ekmeği, kafi miktarda tuz, bir tutam pul biber, Dardanel Ton ve bol şekerli çay. Kaba kalori, tırmanan insülin ve yüksek glisemik indeks. Ardına Amerikan yapımı sigara tellendirildiği zaman zararı yadsınamaz bir menü olduğunu bildiğim halde karnımı doyurup kendimi zehirledim.



Bazı insanlar intihara doğuştan meyillidirler. Aynı zamanda doğuştan korkaktırlar da. Bu yüzden sırf ömürlerini kısaltmak için toz şekere bile bel bağlayabilirler. Bu güruha dahilim. Bu güruhta, insanın ortada herhangi bir sebep yokken bile kendi hayatına son verebilme hakkına sahip olması gerektiğini savunanlardanım. Çünkü ızdırabın dayanılmaz olduğu zamanlarda akla düşen intihar, kalitesizdir. Çıkar ilişkisidir. Doğum gibi bir mucizeyle başlayan bu kutsanmış(!) maratonun aynı değer ve manevi yoğunlukta bir tören ile son bulması gerekir. Bunun yanında kişinin hayatına son vermesi her zaman boğulmuşluğunun işaretçisi değildir. Sağlıklı bir karar olduğu inkar edilemez. kendine yeteri kadar değer veren herkes doğumunu olmasa da kendi ölümünü tayin edebilir. Kim bu maratona, sadece yorgunluk ve bıkkınlık vaat eden yaşlılık gibi bir hastalıkla veda etmek ister ki?


Yatakta sessiz uzanırken gelmesi beklenen ölüm, karşılanmaya değer değildir. Kıymet bilmezliktir. "Kendini sev, intihar et!" Bunu fark ettiğim zaman, urganlara değer verdim. Nefes aldığım yirmi küsür yılın kaç yüz saatini, kendimi başka insanlar yüzünden üzerek geçirdiğimi bilmiyorum. Yanlış olduğunu bildiğim şeyleri kuru bir inat ve ısrarla tekrar yapmaktan ne zaman vazgeçeceğim ise merak konusu.


Sanırım bazı şeyleri hiçbir zaman yeteri kadar kavramayı beceremedim. Ben, Laz Ziya "Ulan, bana bu alemde saygısızlık bir defa yapılır!" diye racon kestiğinde bile inceyi anlamamıştım. Zihnimi kuvvetlendirmeliyim.


Not: Ton balığı beyne faydalıdır.