Yeni bir gelenek peydah olmuş insan ilişkilerine, kimsenin
kimse için kılını kıpırdatası yok. Ademoğlu, menfaatiyle çakışması şöyle dursun
konforuna ilişmesin diye bile yanındaki bardağı sana uzatmaktan aciz halde, su
iç diye! Temelde yatan güdü bu olsa bile bu türevlenmiş, allı pullu isimlerle
türlü insan ilişkilerinde yerini almış durumda.
Arkadaşlık ilişkileri, gönül ilişkileri, aile ilişkileri…
Kimi zaman belki de en samimi şekliyle ve hatta bir nevi
itiraf halinde ‘Kardeşim beni yorma, al da geliver hadi.’ Gibisinden ortaya
çıkan bu ucube gelenek bazen de ‘Beni böyle sev, değiştirmeye çalışma!’ moduyla
izleyiciye sunuluyor. Şimdi diyeceksin ki ‘ne alakası var?’ Anlatayım ne
alakası var.
Temel problem olarak nitelediğimiz kılı kıpırdatmama isteği,
modern fiziğin bahsettiği madde eylemsizliği değil. Bu sonlu gezegende yaşayan
7 milyara yakın insanız ve hepimizin farklı hayat akışları var zaman zaman
benzer hikayelerimiz olsa da. Farklı yaşam tarzları farklı görüşler oluşturur
düşünebilen insan canlısına. Bakış açısı yani. Ben sekiz yaşındayken babamı
gömdüm, Cedric sekiz yaşında çekirdek ailesinin tatlı evinde Chen’e olan aşkını
günlüğüne not ediyordu. 28 yaşındaki bir ben ile bir Cedric aynı rengi
görebilir mi gökkuşağının içinde? Sanmıyorum…
Madem hayatlarımız bizi uzay-zaman içinde böyle farklı noktalara götürüyor madem sonsuz olasılık evreninde hepimiz bazen benzer de olsa aynı olması neredeyse imkansız olaylar ekseninde dönüyoruz, nasıl bir insan diğeri için biçilmiş kaftan olabilir? Çünkü biliyoruz ki insanın kendinden olmayandan nefret etme eğilimi var. Dini, coğrafi, siyasi ayrımlar hatta spor, sanat ve bilim için kavgalar bu iç güdünün sonucu değil mi zaten? Sen altınsın ben tunç mu? Evet! Sen altın ve ben de tunç isek bizim bileşiğimizin olması yüksek sıcaklıkta mümkündür efendi! Yani ikimiz de şekil değiştirir birlikte şekil alırız. Aynı değiliz, olamayız hiçbir zaman da olmayacağız. Biliyorum ki bu şartlar altında hiçbir ikili, üçlü, beşli, onlu, milyarlı ilişkide mükemmel uyumu yakalayamayacağız. Bu ilişkiyi ne kadar sağlam kurduğumuzu düşünsek de ne kadar samimi olduğumuza inansak da iki yapboz parçası değiliz, insanız. İki kere ikinin dörtlüğünü bile tartışabilecek kadar hem de.
Madem hayatlarımız bizi uzay-zaman içinde böyle farklı noktalara götürüyor madem sonsuz olasılık evreninde hepimiz bazen benzer de olsa aynı olması neredeyse imkansız olaylar ekseninde dönüyoruz, nasıl bir insan diğeri için biçilmiş kaftan olabilir? Çünkü biliyoruz ki insanın kendinden olmayandan nefret etme eğilimi var. Dini, coğrafi, siyasi ayrımlar hatta spor, sanat ve bilim için kavgalar bu iç güdünün sonucu değil mi zaten? Sen altınsın ben tunç mu? Evet! Sen altın ve ben de tunç isek bizim bileşiğimizin olması yüksek sıcaklıkta mümkündür efendi! Yani ikimiz de şekil değiştirir birlikte şekil alırız. Aynı değiliz, olamayız hiçbir zaman da olmayacağız. Biliyorum ki bu şartlar altında hiçbir ikili, üçlü, beşli, onlu, milyarlı ilişkide mükemmel uyumu yakalayamayacağız. Bu ilişkiyi ne kadar sağlam kurduğumuzu düşünsek de ne kadar samimi olduğumuza inansak da iki yapboz parçası değiliz, insanız. İki kere ikinin dörtlüğünü bile tartışabilecek kadar hem de.
Ne yani şimdi herkes kendi kabuğunda küçük dünyasını mı
kursun? Belki öyle olmalı bilmiyorum. İnsanın sosyal bir yaratık olduğuna
inandığımı söyleyemem. Eminim ki dünya üzerinde üç kişi kalsak sosyalleşmek
yerine diğerinin kellesiyle futbol oynamayı tercih ederdik diğer ikimiz. Futbol
oynayarak da sosyalleşmez kazanmak için bile olsa geriye tek kelle kalmış
olmayı umardık belki.
Tabi benim önermem bu değil. Kellelerimiz yerinde kalırsa içinde bize bahşedilen kiloluk organı kullanırız. Umarım. Elindeki maketi bitirmek için hepsi bir bütün olan parçaları kesip yapıştırıp uğraşmıyor musun azizim? Parçaya sordun mu bakalım gitmek istiyor muymuş uçağın kanadı olmak için ya da fazlalıklarının törpülenmesine razı mıymış tam olarak yerine oturmak için? Sormadın. Sormadım.
Tabi benim önermem bu değil. Kellelerimiz yerinde kalırsa içinde bize bahşedilen kiloluk organı kullanırız. Umarım. Elindeki maketi bitirmek için hepsi bir bütün olan parçaları kesip yapıştırıp uğraşmıyor musun azizim? Parçaya sordun mu bakalım gitmek istiyor muymuş uçağın kanadı olmak için ya da fazlalıklarının törpülenmesine razı mıymış tam olarak yerine oturmak için? Sormadın. Sormadım.

Olabileceğine daha çok inandığımız herhangi bir parçayı da biraz daha hevesle biraz daha fedakarlıkla(!) yerinde tutmaya çalışıyoruz. Bazen bizim ayırdığımız yerin şekli tam denk gelmiyor bazen parçanın bir iki fazlası sağa sola değiyor. Fakat inandıysak bir kere bu insana, koyduysak hayatımızda bir yere kendi kafamızda, zorluyoruz olsun diye. Haliyle buradan çok sağlıklı ilişkiler türemiyor. Küçük hasarlarla devam ediliyor yeni parça aramaya…
Bir de parçanın da oraya oturacağına ikna olduğu durumlar
var ki işte önermem ve tespitim bununla alakalı olacak. Bir insan seçmişim
hayatımda bir makam için. O insan da beni seçmiş hayatımdaki o makam için.
Dolayısıyla kendi hayatında bana vereceği koltuğa razı olduğunu varsayıyorum. ‘’Yani
bence öyle olmalı… ‘’
Başında da söylediğimiz gibi mükemmel uyumu yakalayamamış olmamız inanılmaz büyük bir olasılık ve ne tesadüftür ki mükemmel uyumumuz yok. Belki tek taraflı belki karşılıklı bir törpülenmeye ihtiyaç olduğu açık bu durumda. Çünkü gelişine kurulmuş bir tesisat su sızdırır. Sızan su parkeyi şişirir, alt komşuya su akmasına kadar gider iş. Hayatında türlü sorun dominoları oluşturur yani. Kılını kıpırdatmamak geleneğinin laneti burada başına gelirse eyvah! Söz konusu kişi kalkar da sana ‘Ben böyleyim!’ derse sıkıntı. Çünkü hepimiz bir başka öyleyiz. Bunun sonu yok. Varlığından değil fazlalığından pürüzünden kaba tabiriyle çıkıntından taviz veremezsen bu dünyada tam uyacağın aralığı bulman sittin sene sürer. Aralık sana uyar, sen de ona. Olmadı mı? Parça çok biliyoruz. Fakat o kadar kalabalık değiliz olabilirlikler baz alındığında.
Başında da söylediğimiz gibi mükemmel uyumu yakalayamamış olmamız inanılmaz büyük bir olasılık ve ne tesadüftür ki mükemmel uyumumuz yok. Belki tek taraflı belki karşılıklı bir törpülenmeye ihtiyaç olduğu açık bu durumda. Çünkü gelişine kurulmuş bir tesisat su sızdırır. Sızan su parkeyi şişirir, alt komşuya su akmasına kadar gider iş. Hayatında türlü sorun dominoları oluşturur yani. Kılını kıpırdatmamak geleneğinin laneti burada başına gelirse eyvah! Söz konusu kişi kalkar da sana ‘Ben böyleyim!’ derse sıkıntı. Çünkü hepimiz bir başka öyleyiz. Bunun sonu yok. Varlığından değil fazlalığından pürüzünden kaba tabiriyle çıkıntından taviz veremezsen bu dünyada tam uyacağın aralığı bulman sittin sene sürer. Aralık sana uyar, sen de ona. Olmadı mı? Parça çok biliyoruz. Fakat o kadar kalabalık değiliz olabilirlikler baz alındığında.

Sigara…
……..
……..
Olanı olduğu gibi kabul etmek kültürümüzde öğretilendir
bize. Gel ne olursan ol yine gel! (Ebu Sai-i Ebu'l-Hayr) Mevlana değil evet. Ama adam dememiş ki sana geldiğin gibi kal. Sen bi gel de
orta yolu buluruz demeye çalışmış. İnsanlar mükemmel uyumla doğmazlar. Demin
bahsettiğimiz insani tavırları takınarak mükemmele yaklaşırlar. Karşılıklı
istek, fedakarlık ve samimiyetle. Yeri geldiğinde tavizle. Özveriyle. Ben buna
değecek kadar mükemmel bir detayım bence. Sen de buna değecek kadar kusursuz
olan bir başkası. Ve o da bunu hak edecek kadar küçük ihtimallerin
gerçekleşmesi sonucu aramızda. Bu küçük insani manevraların sınırları olduğunu
fazlasının aslında zarar verici zorlamaya iyimser bir bakış olacağını kabul
ediyorum. Bu sınırları bilecek kadar da düşünebilen birer dünyalı olmamız
dileğiyle…
Feragat edebilen insanlara ve onların eğilen başına kılıç
sallamak yerine baş eğen insanların varlığına!
Annemin favori deyişiyle bitirelim. ‘İnsan, insana her zaman lazım!'
Annemin favori deyişiyle bitirelim. ‘İnsan, insana her zaman lazım!'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder