24 Ağustos 2017 Perşembe

Paçaya mı, Beyrana mı?

''Acil ara! Bugüne özel performans arttırıcı krem ve erken boşalmayı önleyen damla kazandınız! Formen kapsül, yanında hediye! Hediyenizi almak için hemen arayın! 0823 123 ... ''

     Ana ekrana dönüp telefonu önüme koydum. Mesajın geldiği firmayı tarayıcımda arattığım zaman karşıma çıkan yüz, bende biyerlere dokundu.
Saftı... Yardımseverdi... Temizdi...
Latifti. Ne kadar naif ve mütebessimdi...
Bir an için, içimde yaşamaya ve hayata dair güzel olan ne kadar hissiyat varsa hepsinin al ateş güneşin karşısında durmaya çalışan sefil bir kardan adam gibi damla damla eridiğini hissettim. Her zaman iyiler mi terkederdi dünyayı? Toprak, Ömer abiyi aldığı için mi böyle güzel kokuyordu?..


        Etrafıma baktım. Karşımdaki masada oturan 3 çirkin kadın edalı bakışlarla beni süzüyor, fısıldaşıyorlardı. Çaprazımda 50 yaş üzeri dayılar memleket meselesi tartışır edasıyla bağırarak sohbet ediyor, çay bardağını göbeğinin üzerinde durdurabildiğini tahmin ettiğim dayı ise karşısındaki güruha ''Kardeşim metafor kullandı diyorum metafor!'' dercesine el-kol hareketleriyle mimiklerini destekliyordu. 500 kişinin arasında, payıma düşen oksijeni kullanmaya çalışırken içimde hediye setimi almamış olmanın üzüntüsü vardı. Akabinde Laz Ziya'nın hayali karşımda belirip, sağ elinin orta parmağını bükerek tokmaklarcasına kafama vurdu: ''Ulaaaaan... 50 senede itibar kazanırsın, beş dakikada kaybedersin, ağlama!'' dedi. Özür dilediğimi içimden geçirip, gözyaşlarımı sildim... Siyah gömleğimin yakalarını düzeltip, yüz yıllık turuncu tespihimi bileğime alıp masadan kalktım. Merdivenleri ağır ağır inip kapıya çıktım.

           Hepinizin tanıdığı, devrimci ruhumun mihenk taşı olan Amerikan yapımı sigaramdan dudaklarıma bir dal koyup, ateşlemeden etrafımı süzdüm. En fazla 1-2 dakika içinde 1.80 boyunda, gri mini elbiseli, gümüş rengi stiletto giyen beyaz tenli bir ablanın beni keseceğinden, dönüt vermediğimde bana gizli gizli göz kırpacağından emindim. Dahası asılışını yanıtsız bıraktığım zaman yanıma yaklaşacak, beni kravatımdan tutup kendine çekecek ve kulağıma rujunun kokusunu alabileceğim derecede yaklaşıp şöyle fısıldayacaktı: ''Merhaba. Müsaitsen bu gece benle çiftleşir misin?'' Gülümseyecektim fakat bunu ona farkettirmeyecektim. Yüzüme ciddi bir ifade takınıp, ''Teşekkür ederim, ilgilenmiyorum'' deyip sigaramı yakacaktım ve dumanını pürüzsüz yüzüne üfleyecektim. Doğaüstü planım buydu.
     Ellerimi cebime koyup çevremi kolaçan etmeye başladım. Bir, üç, beş... On... Dakikalar birbirini kovalıyordu ama yüz vermeyeceğim masal perim ortalıkta yoktu. Evrene içten dileklerimi tekrar ilettim... Gözlerimi açtığımda yolun karşısından bir karartının bana doğru yürümeye başladığını farkettim. Evet... Gerçi, gri mini elbise istemiştim ama siyah da kabul edilebilirdi. Olsundu. Karartı yaklaştıkça avuçlarım terliyor, kasıklarım ısınıyor, kan şekerim düşüyordu. Bikaç saniye sonra, perimizin sol elinde siyah bir tespih olduğunu farkettim. Kaşlarımı çatıp beklemeye devam ettim. Karartı 5-6 metre önüme kadar geldiğinde, masal perisi imajım yerle bir olduğundan mütevellit ''Dokunmayın çok fenayım, baykuş tünemiş binayım'' şarkısını mırıldanmaya başladım.









Karşımda bana doğru yürüyen cisim 35 yaşlarında, bıyıklı, gömleği göğsünün yarısına kadar açık bir ağbi idi. Gövdemi saat 11 yönüne çevirip yıkılmışlığımı hissederek sigaramı yaktım. Umutsuzdum, beklentisizdim, viraneydim. Ciğerlerime, elimdeki nikotin bardan dolu bir nefes çekip, dumanı turuncu sokak lambasına doğru üfledim... Tam da tüm umutlarımın tükendiği bu anda, karşımdaki nesnenin -evet abartıyorum- gözlerimi kamaştırırcasına bir ışık yaydığını farkettim...



     İçimde ''Pşt... Haritan varmı? Gözlerinde kayboldum da! Senin annen terörist mi? Bomba gibi kız doğurmuş da Baban keskin nişancı mı? Tam kalbimden vurdun da!'' esprisini yapma arzusu kabardı ama tabii ki alt ettim. Üzerinde sırt dekolteli su yeşili bir elbise, elinde aynı tonda küçük bir çanta vardı. Yüzünde her an ince bir tebessüm... Kulaklarındaki turkuaz taşlı küpeler gökyüzündeki Andromeda gibi parlıyor, simsiyah saçları ince belinden dökülüp kalçasına kadar uzanıyordu. Bu kez vücuduma yayılan sıcaklığın merkezi testislerim değil, göğsümdü. Ağır hareketleriyle, naif duruşuyla, konuşmasındaki kibarlıkla safkan bir İstanbul hanımefendisiydi... Karşısında duran, arkadaşı olduğunu sandığım 3-4 kadından biri hanımefendiye ''Hayatım, biz birlikte gittik oraya. Seni çağırmayı unuttuk o gün. Kızmadın değil mi?'' dedi. Sigaramı elime alıp, 'madam'ın nasıl bir zerafetle cevap vereceğini merakla beklemeye başladım... Yüzümde, hayranlıktan ileri gelen bir gülümseyiş vardı.
Kraliçemiz ellerini beline koydu, ''Ne yaptınız!??'' dedi.
Kaşlarımı çatıp, şaşkınlığımı belli ettim.
Ve devam etti: ''Lan tümünüz hikayesiniz be! Siz bana bunu yaptınız ya, cümle kainat şahidim olsun ki yedi sülalenizi hacı tespihi gibi ipe dizip meymenetinize mum dikmezsem, bana da tuttuğunu koparan Çengi Naciye demesinler!'' dedi.
Şokun eşiğindeyken, yanımdaki arkadaşımın uyarısıyla kendime geldim:
-Duymuyor musun?..
İrkilip yüzüne baktım.
''Düşündün mü?'' dedi.  ''Nereye gidiyoruz, paçaya mı beyrana mı?''

-------------------------------------------------------
Teşekkürler:

*3 yıldızlı otelde ölen 5 yıldızlı adam
*Sultan
*Dündar Kılıç
*Ömer Coşkun
*Formen

1 Ağustos 2017 Salı

25 Lira.

Sayın yolcularımız trenimiz 15 temmuz kızılay milli irade.... gider.  Dear passengers this train goes to.....

Bir de gelecek istasyon milli kütüphane.

Bu şartlar altında civarımdaki yaş almış insanlara yer versem mi fikrini tartıyordum. Sonra gerçekten kaç yaşında olduklarını merak ettim, göründükleri kadar yaşamışlar mıydı? Yoksa metroda yer kapmak için bir makyaj mıydı bu? İkincisine karar vermiş olacağım ki yerimden kalkma zahmetine girmeden, karşımda kitabını karıştıran beyefendiye takıldım. 'Ne baktın beh?!' gibi bakınca toparlandım, mahcup tavırlarla cebimden telefonumu çıkarıp elmasını ona  göstererek bir şeyler okuyormuşum gibi yaptım.  Neredeyse ezbere bildiğim cümlelere göz atmak dışında bir şey yapmıyordum. TCK hükümlerinde dikkatimden firar etmiş bir bucak arıyordum aslında.

Derken 15 temmuz kızılay milli durak... Ne kadar milli bir şehirdi doğrusu, içimde alevlenen milli duyguları zor bela bastırarak kendimi Olgunlara attım. Saat Olgunlar saatini geçmişti ama açık iki komşu esnaf tezgahlarını henüz toplamamışlardı. Çünkü rakı içerken korsan kitap satmak ayrı bir keyifti... Sanırım. Uzattıkları çay bardağını yağlı görüntüsüne rağmen dudaklarıma götürürken kitapları süzdüm. Bu daha büyük bir keyifti bence. Sıkı pazarlıklar sonucunda bir kaç kitaba iki paket sigara parası değer biçtik.Pazarlık etmek oldukça güç oldu, bangır bangır bağıran Ankara arabeskinin sesi bizimkini bastırıyordu nitekim ama sessiz sakin de yağlı çay bardağından rakı içilmezdi ki zaten canım.

''Bunu oku bana teşekkür edeceksin.'' Dedi. Oldukça iddialıydı. Kendi ihalesini büyüttü ''sevmezsen getir yerine iki kitap!'' Aman tanrım dedim ama susmadı. ''Seversen de oku getir yerine istediğin kitabı al git!''
Bir daha söyle dedim, söyledi. İçtiği gayri milli içki üzerine de ant etti.

Gün batmıştı ardından tepelerin, son metrolar ayrılırken milli duraklardan; ben eve varmıştım. Haklı olarak mutluydum tabi. Kitaplarım, kanıma giren alkol, burnumdaki anason kokusu...

Türkiye'nin hiçbir yerinde, hiçbir mekanda beş kitap ve iki pavyon dublesini bu kadar ucuza alamazsınız. Müzik, verilmiş sözler ve muhabbet de ikram üstelik. 25 lira, harcadığım belki en verimli 25 lira.