Ana ekrana dönüp telefonu önüme koydum. Mesajın geldiği firmayı tarayıcımda arattığım zaman karşıma çıkan yüz, bende biyerlere dokundu.
Saftı... Yardımseverdi... Temizdi...
Latifti. Ne kadar naif ve mütebessimdi...
Bir an için, içimde yaşamaya ve hayata dair güzel olan ne kadar hissiyat varsa hepsinin al ateş güneşin karşısında durmaya çalışan sefil bir kardan adam gibi damla damla eridiğini hissettim. Her zaman iyiler mi terkederdi dünyayı? Toprak, Ömer abiyi aldığı için mi böyle güzel kokuyordu?..

Ellerimi cebime koyup çevremi kolaçan etmeye başladım. Bir, üç, beş... On... Dakikalar birbirini kovalıyordu ama yüz vermeyeceğim masal perim ortalıkta yoktu. Evrene içten dileklerimi tekrar ilettim... Gözlerimi açtığımda yolun karşısından bir karartının bana doğru yürümeye başladığını farkettim. Evet... Gerçi, gri mini elbise istemiştim ama siyah da kabul edilebilirdi. Olsundu. Karartı yaklaştıkça avuçlarım terliyor, kasıklarım ısınıyor, kan şekerim düşüyordu. Bikaç saniye sonra, perimizin sol elinde siyah bir tespih olduğunu farkettim. Kaşlarımı çatıp beklemeye devam ettim. Karartı 5-6 metre önüme kadar geldiğinde, masal perisi imajım yerle bir olduğundan mütevellit ''Dokunmayın çok fenayım, baykuş tünemiş binayım'' şarkısını mırıldanmaya başladım.

Karşımda bana doğru yürüyen cisim 35 yaşlarında, bıyıklı, gömleği göğsünün yarısına kadar açık bir ağbi idi. Gövdemi saat 11 yönüne çevirip yıkılmışlığımı hissederek sigaramı yaktım. Umutsuzdum, beklentisizdim, viraneydim. Ciğerlerime, elimdeki nikotin bardan dolu bir nefes çekip, dumanı turuncu sokak lambasına doğru üfledim... Tam da tüm umutlarımın tükendiği bu anda, karşımdaki nesnenin -evet abartıyorum- gözlerimi kamaştırırcasına bir ışık yaydığını farkettim...
İçimde ''Pşt... Haritan varmı? Gözlerinde kayboldum da! Senin annen terörist mi? Bomba gibi kız doğurmuş da Baban keskin nişancı mı? Tam kalbimden vurdun da!'' esprisini yapma arzusu kabardı ama tabii ki alt ettim. Üzerinde sırt dekolteli su yeşili bir elbise, elinde aynı tonda küçük bir çanta vardı. Yüzünde her an ince bir tebessüm... Kulaklarındaki turkuaz taşlı küpeler gökyüzündeki Andromeda gibi parlıyor, simsiyah saçları ince belinden dökülüp kalçasına kadar uzanıyordu. Bu kez vücuduma yayılan sıcaklığın merkezi testislerim değil, göğsümdü. Ağır hareketleriyle, naif duruşuyla, konuşmasındaki kibarlıkla safkan bir İstanbul hanımefendisiydi... Karşısında duran, arkadaşı olduğunu sandığım 3-4 kadından biri hanımefendiye ''Hayatım, biz birlikte gittik oraya. Seni çağırmayı unuttuk o gün. Kızmadın değil mi?'' dedi. Sigaramı elime alıp, 'madam'ın nasıl bir zerafetle cevap vereceğini merakla beklemeye başladım... Yüzümde, hayranlıktan ileri gelen bir gülümseyiş vardı.
Kraliçemiz ellerini beline koydu, ''Ne yaptınız!??'' dedi.
Kaşlarımı çatıp, şaşkınlığımı belli ettim.
Ve devam etti: ''Lan tümünüz hikayesiniz be! Siz bana bunu yaptınız ya, cümle kainat şahidim olsun ki yedi sülalenizi hacı tespihi gibi ipe dizip meymenetinize mum dikmezsem, bana da tuttuğunu koparan Çengi Naciye demesinler!'' dedi.
Şokun eşiğindeyken, yanımdaki arkadaşımın uyarısıyla kendime geldim:
-Duymuyor musun?..
İrkilip yüzüne baktım.
''Düşündün mü?'' dedi. ''Nereye gidiyoruz, paçaya mı beyrana mı?''
-------------------------------------------------------
Teşekkürler:
*3 yıldızlı otelde ölen 5 yıldızlı adam
*Sultan
*Dündar Kılıç
*Ömer Coşkun
*Formen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder