Aşk maddeyi, sevgi manayı hiçleştirir.
Evlilik Parliament'i hafifleştirir.
Geçmek mümkün değil canandan amma
Yari olup mesûd olan, olsa olsa ibnedir.
Olağanüstü olduğum konusundaki yüksek farkındalığımın üzerine +9 bilinçaltı ve psikoloji bilimi skill'i ekleyip koşarak bloğa, yuvama geldim. Beni özleyen hiçkimselerin kollarına, beni arayan hiçbir şeylerin yamacına ve burnunda tüttüğüm yoklukların arasına. Tarih boyunca aşklarını kağıtlara döken, sevgilerini şiirlere dokuyan, manitalarının uğruna pazularını jiletleyen bütün abilerimin duygusal olgunluklarına -Karacoğlan'ı hariç tutarak- tükürmeye geldim. Bunlardan biri de zat-ı şahanem olduğundan mütevellit, yolda ''Her şeye gücümün yetemiyor olma ihtimali'' kafamdaki kemiğin içerisinde her lobuma ayrı ayrı RPG-7 patlatmaya başladı ancak henüz bitap düşmedim. Görmediğin gibi karşındayım, okur.
''Senin mi yoksa Mecnun'un mu derdi daha büyük?'' sorusuna, ''Benimki çünkü o herkese anlattı'' diyen Leyla ablamıza sadık bir giriftar olarak Muhibbi'den girip Yunus'tan çıkmaya, eve dönerken de Cemal Süreya'nın anasını laciverde boyamaya geldim. Psikanalitik yaklaşıma tepki olarak cefasını içinde tutan bütün ''yazmamış'' şairler için buraya kırmızı bir karanfil koyacağım. Onlar istediklerini kendilerini acındırarak elde etmeye çalışmayan mağrur abilerim ve ablalarım olarak kalbimin, duvarlarında yanık sigara süngeri kokusu dolaşan bir odacığında aklımı yitirene dek kalacaklar.
''Ulan adam ne sevmiş be, ulan adam ne yazmış be'' diye salyalar akıtarak nazımlarını okuduğumuz adamlar, alttan alta kendi ahularına ''Kızım perişan oldum yav, baksana nasıl şiirler yazdım acıdan. Hadi gel de günaha girelim'' diyen ve bunu dediğinin farkında bile olmayan birer boş işler müdürü, okur. ''Cehennem, acı çektiğinizi kimsenin bilmediği yerdir.'' şiarını kendimize rehber edindiğimizi söyleyecek olursak, acıdan debelendiği halde kimsenin önünde dizlerine yeri öptürmeyen insanlar sence de çok eli öpülesi değiller mi?
''Koltuğumu bırakacağım kişi kendi soyum olmalı'' diyen, bu uğurda inandığı töreyi çiğneyen ve canını sıkınca ''Mezarına Tüküreceğim Vol 1''in ilkel senaryosunu kendi oğlunun üzerinde kaleme alan Süleyman, tuttuğu işten sonra ''Ben ızdırap içindeyim'' dedi. İnandık mı? Evet. Peki, işe yaradı mı?
''Aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum, kasıklarımı ovuyorum bir güzel...'' diyen Edip Cansever, sen buna ''Aşkın Radyoaktivitesi'' adını koyarken bir kişi de çıkıp sana neden ''Bu şiirin adı 31 olsun'' demedi? 'Aşkın Radyoaktivitesi' Havalı mı? Evet. Peki, dürüst mü?
Soyadının harfini kadın tavlama iddiasında kaybeden Süreya... ''Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz'' derken neden saygı görüyor? Neden Flash TV'de ''Tülaaaaay. Nolur geri dööön, aşkım sevgilim nerdesiiiiiin'' diyen abimiz aylarca alay konusu oldu? İkisi de kendisine siktir çeken kadınları geri çağırmıyorlar mı? Güzel mi? Evet. Peki, nadide mi?
Aldatıldık, bunlar yalan.
Gerçek şair, yazmayandır okur. Eli öpülür.
Bir de bağrımıza bastığımız Karacoğlan var. Hem şiir yazar hem dürüsttür:
Ela gözlerini sevdiğim dilber,
Göster cemalini, görmeğe geldim.
Şeftalin derde derman dediler,
Gerçek mi sevdiğim, sormaya geldim.
...
Karacoğlan der ki; işin doğrusu,
Gökte melek, yerde hüma yavrusu.
Söyleyim ben sana sözün doğrusu,
Soyunup koynuna girmeğe geldim.
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Haziran 2019 Perşembe
-yanlış sanılan anlamıyla- NOWOMINNOKIRAY
Etiketler:
acı,
aşk,
aşkın radyoaktivitesi,
avni,
ayrılık,
cemal süreya,
dert,
edip cansever,
kanuni,
karacoğlan,
madde ve mana,
muhibbi,
parliament,
sus,
şeftali,
şiir,
yar,
yaren,
yunus emre
27 Ocak 2017 Cuma
Aşk,Mavi.
Tam yazmaya başlıyorum. Çıkırt kapı açılıyor… Ne yapıyorsun?
Allahım, tarihin en anlamsız sorusu yüzüme bakarak ne yaptığımın sorulması
olabilir. Gördüğün insan şu an ne işle meşgul onu da görüyorsun işte…
Bilgisayar önümde, ellerim klavyede ama ben patates soyuyor da olabilirim! Asıl
sen ne yapıyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun?
Salonu terk etmiş, misafiri olduğum evin bana ayrılan 8
metrekarelik köşesine imparatorluğumu kurmuştum. Salon diye isimlendirilen ev
halkının sosyalleşme merkezinde yapılan sabır testinden geçememiştim. Bir a teve
dizisi ve hayranlıkla seyreden ilk derece hısımlarım. Aman tanrım didim! Aşk ve
Mavi. Dizinin adı. Kötü Ürgüp şivesi. İkinci sınıf diyerek
ödüllendireceğim oyunculuklar. Kadına ve yöresel geleneklere hakaret niteliğinde
kurgular. Kötü konaklılar. Sinsi hizmetçiler. İhtiras ve masumiyet ve nice
aksiyonlu olaylar… Kof bir Emrah’a para kazandıralım yapımı daha. İzlemeyi
denedim, kaldıramadım. En çok da ciddi ciddi olaylara üzülen, sinirlenen ve
olaylar hakkında fikir ve çözümler üreten aileme dayanamadım. Duygu
besliyorlar, bu samimiyetsizliğe…
Ve tabi ki AŞK VE MAVİ gibi bir isime, ayrı ayrı bu
figürlere saygısızlıktı canımı sıkan. Ne aşka dokun ne maviye.


Şarkılarda, şiirlerde yaşayan aşk ve mavi!
Etiketler:
aile,
aşık,
aşk,
blog,
blogger,
cemal süreya,
dizi,
emrah,
ismet özel,
maşuk,
maşuka,
mavi,
mavi huydur bende,
nazım hikmet,
orhan veli kanık,
popçu emrah,
şair,
şairler,
şiir,
turgut uyar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)