Bu tepe pullu tepe, nenni de yarim nenni
Su gelir sere serpe, eski de yarim hani
Dediler yar uyumuş, nenni de yarim nenni
Uyardım öpe öpe, eski de yarim hani
Şahsı
uyandırırken yüzüne su dökemememize sebep olan, bu şakayı yapabilme lüksünü
elimizden alan bir veba aşk. Öperek uyarmak mecburiyetindeyiz çünkü o tepe
pullu bir tepe, okşayıp koklamak zaruri. Zira ordan sere serpe su geliyor,
kurak kalışı istemeyiz. Bu yüzden dominant arzularımızın sivri uçlarını biraz
törpülememiz gerekecek. Çünkü arzuladığımızın kadının saçından tutup kendimize
çektiğimizde haşin erkek etiketini alıp seviye atlayabiliriz fakat aşık olunduğu
zaman aynı hareketimizin sonucu, muhtemelen "Bana acımıyor musun?"
tonlu bir göz doluluğu, ya da "Sen beni sevmiyorsun" girişli bir
gönül koyuş olacak. "Kurak kalış"tan kastım, bu nutku yediğimiz günün
gecesi. Günde 2 defa 31 çekenler bu acıyı tanıyorlar.

Köy düğünlerinde
olmazsa olmazdır davul zurna, bilinir. Kimi davulun üstüne çıkıp gülerek seker,
kimi zurnayla karşılıklı omuzlarını sallar kahkaha atarak, kimi halayın başında
32 dişi sayılır bir yüz ifadesiyle koşturarak figürlerini sergiler. Aşk oduna
yanmayan insanlardan bahsediyorum. Aksi taktirde gülemezlerdi. Kanatlarını
kartal misali açan, ağır hareket eden, yiğit rolü oynayan bazı adamlar sanırım
hikayemizin başkahramanları. Çünkü oyun alanında bile heybet tohumu saçmak
mecburiyetleri var.
Altını bozdurayım, nenni de yarim nenni
Gerdana dizdireyim, eski de yarim hani
İpek mendil değilsen, nenni de yarim nenni
Cebimde gezdireyim, eski de yarim hani
Gergana altınları
dizmekten maksat, maşuğu madden zengin eylemek değil. Tahmin edileceği üzere
amaç "Belki altınları dizerken gerdanları görürüz, biz de yolumuzu
buluruz" fikri ki gayet mantıklı. Artı olarak yoğurttan ağzı yanan adamlar
olarak, yanında gezdirmek arzusunun da her an koklayıp dokunmak isteği olduğunu
düşünmüyoruz. Sebep, olsa olsa güvensizliktir: "Gözümün önünde
dursun!" Çünkü aksi bir emel nüksetse, yar ipek mendil de olsa cepte
gezdirilirdi. Şair burda zahmetten kaçmış. Oysa biz öyle miyiz?

Biz: Bazen bir
muhtar çakmağına, bazen bir mangal alevine, bazen yakılan ayet yazılı bir
takvim kağıdının ateşine gözümüzü kırpmadan bakan, o narın içinde kendi
istikbalini görebilen adamlar. Yazın sarı buğday tarlasına uzaktan baktığında
bereketi değil de harareti hisseden, dünyaya gelişleri 6 saat süren,
çocuklukları yarasının üstüne tuz sarıp futbol oynamaya devam ederek geçen
gerçekçi, zahmetli ve inatçı herifler. "Gerdan benimse, istediğim zaman
koklarım!" felsefesinden caymayıp gerdan için altın ödemeyi reddeden, bu
yüzden de her zaman ellerindeki hiçbir işe yaramayan altınları saymakla meşgul
olan zengin ama gururlular güruhu.
Ayıplanmaktan
korkmayız. Biliriz, içine düştüğümüz şey kafaya yatar değil. Damdan düşenler
olarak, bizi anlayabilenlerin bize gülecek kadar boş zamanları yok ağlamaktan.
Bizi anlamayanları zaten biz de anlamıyoruz. İnsan neden kaçar közde
kavrulmaktan? Deriyi, eti ve kemiği muhteşem varlıklar sanmak lazım ki onlara
zarar geleceğinden korkulsun. Aşık olmaktan kaçmanın, devasa bir kendini
beğenmişlik gerektirdiğini hiç farkettin mi sevgili okur? Yadırgama. Biz pirinç
olup altın geçinen değiliz. Biz, kıymetsizliğimizin farkında olanlarız. Bu da
bizim serseri serbest stilimiz!
Altındır alay değil, nenni de yarim nenni
Gümüştür kalay değil, eski de yarim hani
Kınamayın a dostlar, nenni de yarim nenni
Sevdadır kolay değil, eski de yarim hani