maşuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
maşuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2017 Cuma

Aşk,Mavi.

Tam yazmaya başlıyorum. Çıkırt kapı açılıyor… Ne yapıyorsun? Allahım, tarihin en anlamsız sorusu yüzüme bakarak ne yaptığımın sorulması olabilir. Gördüğün insan şu an ne işle meşgul onu da görüyorsun işte… Bilgisayar önümde, ellerim klavyede ama ben patates soyuyor da olabilirim! Asıl sen ne yapıyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun?

Salonu terk etmiş, misafiri olduğum evin bana ayrılan 8 metrekarelik köşesine imparatorluğumu kurmuştum. Salon diye isimlendirilen ev halkının sosyalleşme merkezinde yapılan sabır testinden geçememiştim. Bir a teve dizisi ve hayranlıkla seyreden ilk derece hısımlarım. Aman tanrım didim! Aşk ve Mavi. Dizinin adı. Kötü Ürgüp şivesi. İkinci sınıf diyerek ödüllendireceğim oyunculuklar. Kadına ve yöresel geleneklere hakaret niteliğinde kurgular. Kötü konaklılar. Sinsi hizmetçiler. İhtiras ve masumiyet ve nice aksiyonlu olaylar… Kof bir Emrah’a para kazandıralım yapımı daha. İzlemeyi denedim, kaldıramadım. En çok da ciddi ciddi olaylara üzülen, sinirlenen ve olaylar hakkında fikir ve çözümler üreten aileme dayanamadım. Duygu besliyorlar, bu samimiyetsizliğe…


Ve tabi ki AŞK VE MAVİ gibi bir isime, ayrı ayrı bu figürlere saygısızlıktı canımı sıkan. Ne aşka dokun ne maviye.

Hele de maviye. Çünkü biz asi ve mavi sabahlar isteyen, motorları maviliklere süren gençleriz… Anlamadığınız işe lale dikmeyin nitekim çürük soğan tadı veriyor. Çünkü biz mavi tangolar yaparız. Bizim için ay başkadır, mavi başka. Mavi konuşur, mavi yazarız. Gün olur başımıza kadar mavi yaşarız. Yeri gelir bu ne menem mavi diye maviye sitem ederiz. Bazen maviye çalar gözlerimiz.  Bir mavilik kalıbında gelişiriz, kuzey yarım kürenin çok koyu mavi gecesinde. Maviyi çağırırız belki arada bir. En olmadı mavi şiirler yazarız. Çünkü şiirin rengi olsa mavi olurdu.

Hele de aşka.  Aşkın bu denli sıradan olmadığına inanırız. Çünkü kelebek misalidir aşk. Aşka yolculuk yapmak isteriz bazen. Bazen aşksız da yaşarız ama aşkla başka yaşarız mesela biz. Aşk nedir bilmeyiz fakat maşuka biliriz, maşukanın adı geçince sıkışan kalpleri biliriz. Hainsin diye aşka sitem ederiz belki fakat aşkın görmekten çok özlemek istediğini de biliriz. Aşk şarkıları yazarız. Aşk şarkıları çalarız. Aşıklardan şarkılar dinleriz. Aşk mönüsü hazırlarız yeri gelir. ''Çünkü  annesinden yediği dayaktan sonra ‘anne’ diye ağlayan çocuktur, aşk.''

Şarkılarda, şiirlerde yaşayan aşk ve mavi!



19 Aralık 2016 Pazartesi

Beni Hor Gör Kardeşim.

Bu tepe pullu tepe, nenni de yarim nenni
Su gelir sere serpe, eski de yarim hani
Dediler yar uyumuş, nenni de yarim nenni
Uyardım öpe öpe, eski de yarim hani

     Şahsı uyandırırken yüzüne su dökemememize sebep olan, bu şakayı yapabilme lüksünü elimizden alan bir veba aşk. Öperek uyarmak mecburiyetindeyiz çünkü o tepe pullu bir tepe, okşayıp koklamak zaruri. Zira ordan sere serpe su geliyor, kurak kalışı istemeyiz. Bu yüzden dominant arzularımızın sivri uçlarını biraz törpülememiz gerekecek. Çünkü arzuladığımızın kadının saçından tutup kendimize çektiğimizde haşin erkek etiketini alıp seviye atlayabiliriz fakat aşık olunduğu zaman aynı hareketimizin sonucu, muhtemelen "Bana acımıyor musun?" tonlu bir göz doluluğu, ya da "Sen beni sevmiyorsun" girişli bir gönül koyuş olacak. "Kurak kalış"tan kastım, bu nutku yediğimiz günün gecesi. Günde 2 defa 31 çekenler bu acıyı tanıyorlar.

     Köy düğünlerinde olmazsa olmazdır davul zurna, bilinir. Kimi davulun üstüne çıkıp gülerek seker, kimi zurnayla karşılıklı omuzlarını sallar kahkaha atarak, kimi halayın başında 32 dişi sayılır bir yüz ifadesiyle koşturarak figürlerini sergiler. Aşk oduna yanmayan insanlardan bahsediyorum. Aksi taktirde gülemezlerdi. Kanatlarını kartal misali açan, ağır hareket eden, yiğit rolü oynayan bazı adamlar sanırım hikayemizin başkahramanları. Çünkü oyun alanında bile heybet tohumu saçmak mecburiyetleri var.

Altını bozdurayım, nenni de yarim nenni
Gerdana dizdireyim, eski de yarim hani
İpek mendil değilsen, nenni de yarim nenni
Cebimde gezdireyim, eski de yarim hani

     Gergana altınları dizmekten maksat, maşuğu madden zengin eylemek değil. Tahmin edileceği üzere amaç "Belki altınları dizerken gerdanları görürüz, biz de yolumuzu buluruz" fikri ki gayet mantıklı. Artı olarak yoğurttan ağzı yanan adamlar olarak, yanında gezdirmek arzusunun da her an koklayıp dokunmak isteği olduğunu düşünmüyoruz. Sebep, olsa olsa güvensizliktir: "Gözümün önünde dursun!" Çünkü aksi bir emel nüksetse, yar ipek mendil de olsa cepte gezdirilirdi. Şair burda zahmetten kaçmış. Oysa biz öyle miyiz?


    
     Biz: Bazen bir muhtar çakmağına, bazen bir mangal alevine, bazen yakılan ayet yazılı bir takvim kağıdının ateşine gözümüzü kırpmadan bakan, o narın içinde kendi istikbalini görebilen adamlar. Yazın sarı buğday tarlasına uzaktan baktığında bereketi değil de harareti hisseden, dünyaya gelişleri 6 saat süren, çocuklukları yarasının üstüne tuz sarıp futbol oynamaya devam ederek geçen gerçekçi, zahmetli ve inatçı herifler. "Gerdan benimse, istediğim zaman koklarım!" felsefesinden caymayıp gerdan için altın ödemeyi reddeden, bu yüzden de her zaman ellerindeki hiçbir işe yaramayan altınları saymakla meşgul olan zengin ama gururlular güruhu.

      Ayıplanmaktan korkmayız. Biliriz, içine düştüğümüz şey kafaya yatar değil. Damdan düşenler olarak, bizi anlayabilenlerin bize gülecek kadar boş zamanları yok ağlamaktan. Bizi anlamayanları zaten biz de anlamıyoruz. İnsan neden kaçar közde kavrulmaktan? Deriyi, eti ve kemiği muhteşem varlıklar sanmak lazım ki onlara zarar geleceğinden korkulsun. Aşık olmaktan kaçmanın, devasa bir kendini beğenmişlik gerektirdiğini hiç farkettin mi sevgili okur? Yadırgama. Biz pirinç olup altın geçinen değiliz. Biz, kıymetsizliğimizin farkında olanlarız. Bu da bizim serseri serbest stilimiz!

Altındır alay değil, nenni de yarim nenni
Gümüştür kalay değil, eski de yarim hani
Kınamayın a dostlar, nenni de yarim nenni
Sevdadır kolay değil, eski de yarim hani